Özgür ŞENSES Yazdı…
Bu sessiz Pazar sabahında, en derin içsel boşluğumdayım. Babamın binbir emekle inşa ettiği ofisin içindeyim. Ebedi yurda intikal ettikten sonra, abim ofisin her bir yanını onun fotoğraflarıyla bezemiş. Elime aldığım bir çerçevenin içindeki fotoğrafa iyice bakıyorum. Bu durum beni aşırı duygulandırıyor ve onunla geçen zamanlarım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor.
Günlerden arefe günüydü. Otuz günlük serüvenin son Ramazan akşamı nihayet gelmişti. Batman’da hava sıcaktı. İnsanlarda aşırı terleme, baş ağrısı, nefes almakta zorluk çekme, açlık ve sinirlilik hali hâkimdi. Babam, yaşıtlarına göre daha genç, yakışıklı ve ne yiyip içtiğine pek önem veren biri olduğundan, bu sıcak hava onun için bir dezavantajdı. Sabah erken kalkar, soğuk bir duş alır, evden bizden önce çıkar, iş yerini açar ve kapı önünü zevkle sulardı.
Ancak bugün diğer günlerden farklıydı; onun için manevi bir gündü. Her sene geleneksel hale getirdiği bayram arefesinin son iftarına hazırlık için erkenden kolları sıvamış, kasaba doğru yol almıştı. Kuzunun yağlı veya yağsız kısmını değil de daha çok orta yağlı kısımlarını tercih ederdi. Ardından gerdanı, inciği, butu, kaburgayı, birkaç arpacık soğanı, beş altı diş sarımsağı, zeytinyağını ve özenle üzerine serptiği kaya tuzunu yağlı kağıda sıkıca kapattıktan sonra, alüminyum folyoyu bakır tepside güzelce açıp önce yanlamasına, daha sonra hava kaçırmasın diye diklemesine iyice paketleyip hazır hale getirdikten sonra, 180 derecelik taş fırının içinde kısık ateşle ağır ağır dört saat pişirdiğinde, damak çatlatan bir lezzet çıkıyordu. Gelen misafirlerine büryanın en lezzetli kısmını onlara bırakır, geride kalan kemikleri de sıyırırdı. Bu aktiviteyi her sene aralıksız, hiçbir menfaat gözetmeden, tamamen gönüllü olarak yapar ve alışılagelmiş derin bir hoşnutluk hissederdi.
Abim, o güzel ve mutlu günümüzü ölümsüzleştirmek için fotoğraf makinesinin deklanşörüne basarak o anı donduruyor. Bazen çok kızıyorum ona, çünkü bu fotoğraflara bakınca korkunç keder yeniden belirginleşiyor. Artık o masada olmayacağı gerçeği soluğumu kesiyor. Bir zamanlar bu fotoğrafların yüzüme yaydığı sıcak gülüşlerin yerini, şiddetli bir sancı alıyor. Hıçkırıklar içinde ağlıyorum.
Zihnim, iskambil destesinden kart seçer gibi benzer anlara ısrarla gitmek isterken, ofisten çıkıp arabaya biniyorum. Güneş, kirli arabamın camından kızgın ışınlarını saçarak öfkemi körüklüyor. Sakinleşmek için hızla radyoyu açıyorum; rastgele çalan bir parça zihnime destek oluyor. Dik, kıvrıla kıvrıla çıktığım ve çok zevk aldığım bu yol, şu anda yalnızca zor ve tehlikeli. Virajlarda durmadan başka arabalarla burun buruna geliyor ve sertçe direksiyon kırmak zorunda kalıyorum. Raman Dağı’na ulaştığımda gevşeme duygusunu çoktan kaybetmiş oluyorum. Gün soluyor ve ışıklar yalancı mücevher renkleriyle tüm ovada birer birer yanıyor derken annemin yalnız geçirdiği o uzun yılları, bitmek bilmeyen soğuk gecelerini ve onsuz geçen her günün hasretini nasıl çektiğini düşünüyorum. Ölümden sonra canlı kalmayı sürdüren bir şey var mıdır? Varsa, ne olabilir? Mesela anneme başının çaresine bakıyor mu diye bir göz atmak üzere geri geliyor mu? Şayet geliyorsa, bu işe yarar mı? Hatta değer mi? Bu, ancak özgürlüğünün uçsuz bucaksız sokaklarından içeriye göz atmasına izin verilen başka bir ülkeden bir konuğun kısacık bir ziyareti gibi bir şey olmaz mıydı?
Onsuz geçen zamanlar bir daha geri gelmemek üzere gitti; ancak zor günleri geride bırakıp, çocukları, torunları, sevdikleri için hayata tırnaklarıyla dolu dolu yapışan ve bu acıyı sabırla taşıyan annem, her geçen gün daha da filizlenip çiçek açıyor, başkalarının hayatına renk katıyor ve sevdiklerine de şifa vermeye devam ediyor.
Sahi, bu gelişigüzel kelimeleri zekice art arda bana yazdıran babam olamaz mıydı? Anneme ileteceği bir mesaj olsaydı, o da bu olmaz mıydı…
“Beni kaybettiğini hiçbir zaman aklına getirme; ruhlar ölümsüzdür ve bir gün bir araya gelirler. Yakın çevremizin olumsuz tutumlarından kendini kötü hissetme, gönül koyma; özür dileme konusunda henüz yetkin değiller. Ömür kısa; mutsuzluk ve stresle zaman kaybetme, çünkü hiçbir şey seni üzecek kadar önemli değil. Güzelliğin, bitkilerin güzelliği gibi canlı ve doğal. Sana karşı çoğu kez haksız davranmışsam, unut lütfen. Ayrılışımızın sana verdiği acılardan ötürü beni bağışlamanı diliyorum. Birlikte geçirdiğimiz yıllar için, çabaların, ilgin ve sevgin için sana minnettarım.”